90’larda çocuk olmak her akşam yemeğinde haberleri izlerken Türk bayrağına sarılmış ‘abi’ler için ağlamak demekti. Terör nedir, terörist nasıl bir şeydir, terörü bitirmek mümkün müdür henüz bilmiyordum ama bir yuvaya ateş düştüğünü, bir sofradan bir tabağın eksildiğini bilmek boğazımın düğümlenmesine yetiyordu. Biz şehirlerde huzur içinde yaşayalım diye dağ başında gencecik bir delikanlı hayatını kaybettiği için çok utanırdım. Hep birlikte utanırdık! Şehit olan asker için, şehidin eşi ve çocukları için, şehidin tabutunu taşırken gözyaşı döken başka bir asker için hep birlikte ağlardık. Annem, “elleri kırılsın” derdi, babam “vatan millet düşmanları” diye devam ederdi. Yıllar geçti, değişen tek şey oldu. Şehitlerimiz bizim kuşak için bir ‘abi’ değil ‘evlat’ yaşındalar artık!
Bu süreçte gözlerimiz nelere tanıklık etmedi ki? Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in, İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçaklarının PKK’ya yardım dağıttığını ve ‘Çekiç Güç’ kuvvetlerinin Türkiye’den ayrılması gerektiğini söyledikten sonra bir uçak kazasında ölmesini mi görmedik? Ulusalcılıkta kimseyi yanına yaklaştırmayan Doğu Perinçek’in Bekaa Vadisi’nde PKK Elebaşı Abdullah Öcalan’la kol kola yürüdüğüne mi hayret etmedik?
Bir sabah ansızın adının “Ergenekon Terör Örgütü” olduğunu öğrendiğimiz yapının, PKK’yı yönettiğini söylediler. Özel yetkili savcılar Doğu Perinçek’le birlikte eski Genelkurmay Başkanı ve emekli Orgeneral İlker Başbuğ, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur, emekli Birinci Ordu Komutanı Hurşit Tolon ve sayısız generali ve amirali “terörist” ilan ederek tutukladılar. Güya Ergenekon, PKK’yı tasfiye etmek yerine başkanlık konseyine genç subayları yerleştirmeyi planlıyordu. Eski bir terörist ise Öcalan’ın yıllardır iki asker (Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur) tarafından kullanıldığını söylüyordu. İddianameye göre bu iki örgüt arasındaki derin ilişki, PKK’nın kurulduğu günlere kadar gidiyordu ve bu ilişkiyi sağlayan da Perinçek’ti. Birkaç yıl geçtikten sonra asıl bu soruşturmayı yürüten savcıların ve o davalara bakan hâkimlerin “terörist”, generallerin “mağdur” olduğuna karar verildi. Bir kez daha dümeni kıran Perinçek, özgürlüğüne kavuşunca soluğu Cumhur İttifakı’nın saflarında aldı. Ergenekon davasının sembol teğmeni Mehmet Ali Çelebi ile birlikte!
Yirmi bir yıldır ülkemizi yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ın şehitlerin ardından, “Askerlik yan gelip yatma yeri değil!” dediğini duymuşluğumuz da var. Belki bundandır, Kuzey Irak dağlarındaki kara gömülmüş çadırlarda Sarıkamış’ı yaşayan evlatlarımız için ortalığı ayağa kaldırmayışımız!
40 yıllık kanlı döngü
2013-2015 arasında yapılan tüm hatalara rağmen “açılım” sürecinin başarıyla tamamlanmasını, akan kardeş kanının durmasını hangimiz istemedik ki? PKK’nın silah bırakma ihtimali, oğul sahibi hangi annenin yüzünü güldürmedi?
Ağustos 1984 akşamı başlayan PKK terörü, 2024’te 40 yılı geride bırakacak. Güvenilirliğinden emin olmamakla birlikte internetteki rakamlara göre 40 yılda yaklaşık 9 bin asker, polis ve korucu, 16 bin sivil ile 107.500 PKK’lı hayatını kaybetti. Terör örgütü PKK, bu 40 yılda, kadın, çocuk hatta kundaktaki bebeklere bile acımadı. Nice analar evlatsız, nice evlatlar anasız babasız kaldı. Vara vardığımız yer koca bir hiç!
Akşam haberlerini izleyen herkes biliyor. “Bir asker şehit” ise haberde adı bile anılmıyor. Üç şehidimiz varsa isimlerini, beş şehidimiz varsa resimlerini ekranda görüyoruz. Şehit sayısı onu geçerse “büyük acımız” birkaç gün haber bültenlerindeki yerini koruyor. Sonra ülkemizin çıldırmış gündemi şehitlerin yüzlerini siliyor, unutturuyor. Derken bir başka sıvasız balkona bir başka şehidin bayrağı asılıyor. Gönlünün fidanını toprağa diken bir başka babanın titreyen dudaklarını zapt edemeyişini, bir başka ananın gözlerinde acının donup kalışını, bir başka evladın bir başka tabuta sarılıp ağlayışını izliyoruz. Sonra devam! Bu kanlı döngü 40 yıldır sürüyor.
PKK terörü, bu ülkede siyasetçilerin sorunuymuş gibi 40 yıldır çözüm siyasetçilerden bekleniyor. Siyasetçilerse onu bir koz olarak kullanıyor. Ne gariptir, hep seçimlerden önce azıyor bu terör canavarı!
Peki ya barış? O, bu ülkeye ancak “halk” talep ederse gelecek. Ve ne yazık ki halkımız hiç olmadığı kadar paramparça…